Eylül 2013, Lezzet Dergisi (Doğan – Burda) için yazılmıştır.
Yazan: Cem Birder
O günlerde yaşasaydım
Bir tren istasyonum olurdu,
Bir de öğrencisi olduğum Köy Enstitüsü.
Toprağı, sanatı, köylülüğü, tarımı doyasıya yaşayıp,
Uzak aşkların demiryolunda mektuplanacağı.
Basit bir soru ile başlayalım: lezzetli yemekler olmadan sağlığımızı düşünmek bir tercih olabilir mi?
Sistem, gıdanın merkezi kontrolü stratejileri doğrultusunda, bilimsel konsantrasyonların (vitamin ve mineral hapları, güçlendiriciler, serum, vb) iddialı gücüyle yenilikçi beslenme alışkanlıkları yaratma çabasında. Günlük yaşamda giderek daha az hareket eden bir nesil yetişiyor. Obezite oranları batıdan doğuya artış eğilimlerini sürdürüyor. Çözümü hap kavanozlarına sıkıştıran endüstri ne kadar samimi?
Bundan yaklaşık iki yıl önce Time dergisi yazarı John Cloud meseleyi bizzat deneyimleyenlerden biri olmuştu. Beş aylık süre içinde toplam 3000 vitamin hapı, protein ve Psyllium lifi alan Cloud’un kan tahlilinde, öncesi ve sonrasındaki değerlerin önemli bir farklılık içermemesi bilim dünyasında büyük tartışmalar yaratmıştı. Buna parelel olarak, Sidney Üniversitesi’nden Prof. Samir Samman A, E, and C, beta-carotene vitamin and selenium haplarının etkileri hakkında şöyle demişti:
“Özellikle kalp rahatsızlıkları konusunda büyük miktarda vitamin hapı alanların sağlık verilerinde hiçbir ilerleme kaydedemiyoruz. Bunun ötesinde, yüksek dozda vitamin alan hastalarımız arasında, oransal olarak küçük olmakla birlikte, ölümlerin arttığını kesin olarak ölçümledik. John Cloud deneyinde ortaya çıkan düşük etki meselesi benzer akademik araştırma sonuçlarıyla da örtüşüyor. Eğer doğru besleniyorsak, niçin takviye haplarına ihtiyaç duyalım?…”
Dünyamızın bazı bölgelerinde değişen iklim ve coğrafi koşullar sonucu ortaya çıkan beslenme zorlukları vitamin haplarını veya zenginleştirilmiş hazır gıdaları vazgeçilmez kılabilir. Ancak, Anadolu topraklarının sunduğu doğal besin zincirlerinin mükemmel içeriği hayal ettiğimiz tüm enerji ve mutluluğu sağlayabilecek zenginlikte.
2011 yılının Nisan ayında Bahçeşehir Üniversitesi’nde “Yerel ve Ekolojik Gıda Sistemleri” konulu bir panele konuşmacı olarak davet edilmiştim. Toplum olarak organik ürünlere talep oluşturmanın ve bu ürünlerin etik olarak, adil fiyatlarla tüketiciye ulaştırılmasının yöntemleri üzerine konuşuldu. Aracısızlık prensibinin önemine değinildi. Üreticilerin sorunlarını aşmak için kooperatifleşmenin önemi vurgulandı. Tüm görüşlere katılıyordum, ama eksik olan bir şey vardı? Aklımı kurcalayan meselenin tılsımlı kelimelerini birden farkettim: köylünün mutluluğu.
“Sen daha iyisine lâyıksın!” diyen reklâmlara kulak veren genç nesil köylerden kopuyor; şehirlere göçüyor. Nesilden nesile aktarılan yerel tohumu, yerel hayvan ırklarını, geleneksel bilgiyi ve biyoçeşitlilik dengelerini yüreği ile kim koruyacak?
Köylünün mutluluk anlayışını değiştirirsek, eski tadıyla ekolojik ve yerel gıdayı kimler üretecek?
Köylü köyünde kalmak istese bile, sürekli borçlanıyor. Ucuzlaştırılmş topraklar el değiştiriyor. Devletin köylünün borçluluğu konusunda endişelenmesi gerekmez mi?
Mutluluğun akıl ve gönül dengesini sağlamak (araştırmacı yazar ve şair Deniz Postacı’nın ifadesiyle “Ad Cordis”) için köyümüzde iki mekân olsun dedik: Köy Evi ve Geleneksel Köy Mamul Ürünleri Üretimhanesi.
Tapusu köye ait taş evin tadilat çalışmalarını maddi sorunlarımız sebebiyle tamamlayamıyorduk. Uzun senelerdir hizmet veremeyen binamızın çatısı iki sene önce çökmüştü. Eşden-dosttan binamız için gelen desteklerle onarıma başladık; tadilat büyük ölçüde tamamlandı.
Köy Evimiz sosyal, kültürel etkinlikler için harika bir mekân olacak:
• Çocukların okul sonrası derslere yönelik ek çalışmalar.
• Kitapevlerinden, arkadaşlarımızdan ve fuarlardan yazılı materyal desteği; okuma geceleri.
• Toplantılar, köyümüze gelen ziyaretçilerle sunum ve seminerler.
• Çocuklara ve gençlere yönelik sanat atölyeleri, salon sporu.
• Canlı müzik dinletileri; kırsal ve şehir temelli müziklerin buluşması.
• Köy Sineması.
Tüm etkinlikler ücretsiz; çoluk-çocuk, kadın-erkek, genci yaşlısı ile hep birlikte…
AB mevzuatına paralel olarak, Türkiye’de de geleneksel köy mamul ürünlerine yönelik mevzuat ve uygulamalar biraz yumuşamaya başladı. Bu süreçte, Çanakkale İl Özel İdaresi desteğinde çok kıymetli bir çalışmaya adım attık. Köyümüzde, Kaz Dağı’nın nefis ürünleri ile, geleneksel yöntemlerle odun ateşinde üretim için kolları sıvadık.
Kurulan üretimhane bünyesinde, köyümüzde pekmez, pekmezli (beyaz şekersiz) reçel, komposto ve sirke gibi mamul ürünlerin üretimine başlıyoruz. Bir de özlediğimiz ekmekleri pişirmek için, taş ve topraktan ekmek fırını yaptık.
Geleneksel adı verdiğimiz üretimin sağlık kriterleri oldukça kritik. Zira, daha uzun raf ömürü için koruyucu katkı maddeleri içeren endüstriyel tip üretime karşın, kuralsız-kontrolsüz bir üretimin adının başına “geleneksel” ekleyip, bu romantizm çatısında sağlığa zararlı bambaşka etkenler yaratmak mümkün. Birçok AB ülkesinde tanımları yeniden oluşturulan “asgari hijyen” koşullarını, bölgemizdeki üniversite ve il tarım müdürlüğü kontrol laboratuvarları desteğinde, bilimsel ölçüt yöntemleriyle sağlamamız gerektiğini farkındayız.
Çiftçimizin sadece 1-2 ay süren taze ürünler satışına ek olarak, yıl boyunca satış ve ticari gelir ağı oluşturacağız. Köylümüzün el emeği, Kaz Dağı’nın bol oksijeni ve bereketi ile tatlanacak ürünler…
Kırsal kalkınma, sürdürülebilirlik ve yerel ekonomi kavramlarınının içsel dürtü ve duygularla anlam bulması ve sağlıklı bir toplum farkındalığı için daima el birliği gerekiyor.
Baştaki sorumuza dönersek, lezzetli yemekler olmadan sağlığımızı düşünmek bir tercih olamaz. Çünkü lezzetsiz bir dünya yaratırsak, orada ocaklar yanmaz, mutfaklar kurulmaz, dualar ve şarkılar okunmaz, kahkahalar duyulmaz…
Gıdanın lezzetinde
Biraz düş, biraz alın teri,
Yolun yine başındayız.
Toprağı, sanatı, köylülüğü, tarımı dostça yaşamak için,
Gün bugün.
Cem merhaba, senden birileri bahsetmişti bana (Oya Ayman? Karaot tohumcular? Hatırlamıyorum…), nedense şimdiye kalmış bu yazılarını, röportajlarını görmem. Tuhaf karşılanma pahasına bunu yazıyorum ama tanışmamız lazım! Şehirden köye epey zaman önce yerleşen, Anadolu’nun göbeğinde mutlu köylü yaratmaya çalışan, tarımla hayvancılıkla uğraşan vb biri olarak kendimle aynı frekansta düşünen, fikir teatisinde bulunabileceğim insana pek rastlamıyorum – ondan “lazım” olma durumu! Ben İzmir Şirince’deyim (seyahatte olmadığım zamanlarda :)) bu tarafa gelecek olursan, haber verirsen ve görüşebilirsek çok sevinirim. Ben de Kazdağları’na belllki sonbaharda gelebilirim, öncesinde seninle haberleşmek ve köyünüzü görmek isterim. Mail adresim candanturhan@gmail.com. Umarım bu yorumlar sana ulaşıyordur! Yoksa da Oya’dan falan bulurum bir yolunu ya, neyse :)) Selamlar, kolaylıklar…
BeğenBeğen