Cem Birder / 29 Ocak – 2 Şubat 2014
Bayramiç’ten her ayrılışım zor bir duygu ile başlıyor. Durmak ve beni çevreleyen köyü, dağımı izlemek öylesine işlemiş ki içime, her yolculuğun planı ve ardından otobüs bileti ile somutlaşan kararı sanki bir tehditmişçesine, öncesinde hep ürkütüyor. Sonrası ise su gibi akıyor; gecenin derin karanlığı şehrin gülümseyen şafaklarına kavuşuyor.
Yalova’da, Atatürk Bahçe Kültürleri Merkez Araştırma Enstitüsü’nde Buğday Derneği çağrısı ile gerçekleşen bu yıl ki “Çiftçi Eğitim ve Bilgilendirme Toplantısı” dahilinde, endüstrinin önerdiği sertifikalı tohumlar karşısında yerel tohumların varoluş mücadelesi, gıda güvencesi açısından önemi, tohum takas mekanizmaları, topluluk destekli tarım, katılımcı onay sistemleri (1) ve bunları destekleyen projeler konuşuldu. Bazen “resmi” sunumların bölüm aralarında gerçekleşen sohbet toplantıları ön görülmeyen coşkular yaşar.
Perşembe akşamı balık çorbası, hamsi ızgara ve roka salatası ziyafeti sonrası, misafirhanede uyku öncesinde, çay eşliğinde yaptığımız sohbet de böyle özel bir enerjiyle oluştu; saatler unutuldu. Tartıştığımız başlıklardan biri şuydu: “Organik tarımda ürün mutluluğu ne seviyededir?”
‘Üç Elma Doğal Tarım’dan Hüseyin Genç’in büyük bir inançla sürdürdüğü geleneksel meyve türleri üzerine çalışmaları daima çok etkileyici. Hüseyin abi bizlere bulunduğu Çankırı yöresi yerel elma türlerinde hiçbir kayda değer hastalık yaşamadığını anlattı. Elmalarının boyu küçük de olsa mutlular; bakım talep etmeden, kendi güçleri ile yaşamlarını uzun yıllar sürüyorlar. Peki ya modern meyve türleri? Maalesef büyük bir çoğunluğu, konvansiyonel tarımın sunduğu önerileri büyük bir açlıkla kabul ediyorlar. Kırılganlar. Hastalıklara karşı bağışıklıkları düşük. Toprağın, iklimin, suyun küçük parametrik değişimlerine hızla tepki veriyorlar. Tahıllarda, sebzelerde ve hayvancılıkta durum benzer. Değişen koşullara, patojenlere çok daha fazla duyarlılar, taşıdıkları çok alımlı isimlere rağmen. Çözüm genel olarak yüksek dış girdi, daha çok müdahale; tüm bunlar daha çok kimyasal, daha çok masraf, daha büyük çaresizlik demek…
Yetiştirilen modern ürünlerin daha çok mutluluğu pahasına toprağın, yer altı sularının, ve çevre-insan sağlığının yıllar içinde felakete doğru yükselen grafiğini artık herkes farkında. Bu tabloya inat, oradaki toplantıda bulunanlar, modern türlere rağmen organik veya doğa dostu tarım için uğraş vermeyi sürdüren insanlar. Bazen organik hazır ilaçları satın alarak, bazen ve tercihen kendi preparatlarımızla, ürünlerimize sevgi de katarak…
Kolay değil. Hele bulunduğunuz bölgede yüksek yoğunluklu ilaçlı tarımla çevrelenmişseniz. Ağaçlarımızın, sebzelerimizin, buğdayımızın, hayvanlarımızın elbet ki mutluluğuna önem veriyoruz. Onların her ne yaparsak yapalım bazen hüzünlü hallerine tanık olmak bu zamanların bir kaderi mi? Her pahasına direniyoruz. Biraz uzaklarda duran bir grup insan.
* * *
İstanbul’da bir TV programı, bir dergi röportajı, dostlarla buluşmalar, sohbetler…
Şehrin kalbini Gezi’nin derinliklerinde hissediyorum. Sabahın ilk saatleri; Taksim meydanında tek tük insan var. Sıkılan biber gazları gri bir beton okyanusuyla heykelleştirilmiş. Gezi’nin etrafını çepeçevre kaplıyor meydana doğru biteviye. Sessizce meydandan uzaklaşmaya çalışıyorlar; insanlar, kediler, köpekler, yağmurun suyu. Anılar taze hâlâ, nefretin kokusu sinmiş.
Gezi’nin kuzeyine sıkışmış küçük bir bostan vardı, o da yok artık.
Birgün…
Cazibe öyle umut dolu bir Tweet atacak ki duymayan kalmayacak. Pınar bisikletiyle katılacak onbin insana “istikametiniz Gezi!” diyecek. Deniz arkasında rengârenk bir öğrenci ordusuyla çıkagelecek. Boğaz’ın olta balıkçılarının iri lüferleri Defne’nin mangalında pişecek; Ali’nin ekşi mayadan tam buğday ekmekleri, Cumhur abinin Beykoz soğanı saracak ızgaraları. Çocukların Didem’le pişirdiği havuçlu-pekmezli keklerin kokusu ta uzaklardan duyulacak. Rhiannon röportaj yapacak ailelerle; ertesi gün yabancı basın “Gezi’ye bahar geldi” diye başlıklar atacak. Gülay, blog sitesinde farklı bakış açılarıyla duyuracak bu güzel günü, yine “Bir başka İstanbul” diyerek. Grileşmiş ne varsa, yeşil fışkıracak çatlaklarından.
O gün…
Vali emir verecek polislerine: “Orda öyle durmayın, siz de katılsanıza panayıra!..”
El ele verecek devlet ve halk. Ve, her ne diyorsak organik tarım, iyi beslenme, adil yaşam ve ötesi adına; sadece aşkın nefesi can verebilecek bu şehire…
* * *
İstanbullular Ankara’yı neden beğenmezler, hiç anlamamışımdır. Her gittiğimde daha çok sevdiğimi hissediyorum. Kale’nin eski mahallelerinde henüz açılan kepenkler ve Eda ile sabah kahvaltısı… Esnaf güleryüzlü, sakin, selamları cömert. Çocuklar ve yaşlılar için daha çok huzur verecek yuvaları konuşuyoruz; ve doğa dostu tarımı, iyi beslenmenin oluşturabileceği azami bütçe farklarını, şehrin köyleriyle kurulacak sağlam köprülerini…
“Permakültür Cumartesi Buluşma” adresimiz Tayfa Kitapkafe. Adından da anlaşılacağı gibi, müşterilerden önce kitapların kahveyle buluştuğu bir mekân burası. Alt kat, çevre, sanat ve sosyal temelli, doğa ve toplum duyarlı meselelerin konuşulması için tasarlanmış.
Toplantımızda eski dostları görmek ne büyük süpriz; İnci ve Ali hocalar, Yasemin, Arif, Nihal, Ceyhan… Böyle zamanlarda konuşulanlardan sanki daha kıymetli paylaştığımız buluşma coşkusu.
Bu bol güneşli cumartesi günü, Tayfa Kitapkafe’de her birimiz bir diğerine “Siz bu resmin neresindesiniz ?” diye sorduk.
Konumuz, sağlıklı besleme zincirinde bireylerin doğa ve kendileri üzerindeki rolü. “ONLAR” dediklerimiz, kendimiz gibi düşünmeyen, doğayı hakimiyetleri altına almak isteyen, yetiştirdikleri ürünleri (kendileri yemeden) sadece satmaya çalışan, toprak ve suya kullandıkları kimyasal ilaçları karıştıranlar… Kimse “nefret etmiyordu”. Pek azımız “pes ettim” dedi. Tabloda unutmuşsunuz ama “ben ne yapsam?” diye uzun süredir düşünüyorum, diyen biri oldu. “Şöyle yapsak?..” diyenler önerilerini, bilemediklerini ve endişelerini dile getirdiler. Sivil Toplum Kuruluşu veya bir grup olarak uzun yıllardır, doğa dostu tarım ve üretim süreçlerine adım atanlar deneyimlerini paylaştılar. Alternatif üretim ve tedarik yöntemlerinin olasılığı birçoğumuza yeni umutlar taşıdı. Tüm bu çabalar, “ONLAR” ve “BEN” arasında, yaşamın tüm gerçekliği ile beraber, bir dönüşüm sağlayabiliyor muydu? Toplumun çok küçük bir parçası olarak, – mimar, mühendis, ev hanımı, işletmeci, emekli, eğitmen, çiftçi, çoban…, bir aradaydık. Dönüşümün tanıklarıydık. Sadece organik tarım yaparak, yerel tohum takaslarına katılarak, eğitim programları alarak değil; alışagelmemiş fikirlerin, yeni hayat tercihlerinin, toprağın kokusunu özleyerek yaşanan deneyimlerin dile getirilmesi dönüşümün gerçeğiydi. “Birlikte Üretim” bir ütopya değil artık. Zamanın akışında su yolunu buluyor. Toplantımız kıymetliydi; gerçeğin şiirsel motifleri bizi yine yüreklendirdi.
Gece dönüş yolunda ağaçları, köyü ve geride kalan üç şehrin fısıltılarını düşündüm… Bir de Arif’i ve Kalkım’daki özgür ruhlu 200 boz ineği.
(1): Yalova’da yaptığım sunum: KOS_Yalova