Halil Ayar Türkiye’de atalık buğday tohumlarını önemseyen ve çoğalması için yıllardır emek veren insanlardan biri. Kendisi ile Sokakağzı Festivali’nde buluştuk ve biraz sohbet ettik.
Halil abi, şu ana dek kaç hangi atalık buğdaylar üzerinde çalışma yaptınız?
Bugüne dek 5 çeşit tohum üzerinde çalıştık. Bunlar, Karakılçık, İmam, Çalıbasan, Sarıbaşak, Kabak Mana…
Üretim nerede yapılıyor?
Buğdayları Balıkesir’in Dursunbey ilçesine bağlı köylerde ekiyoruz…
Abi yanılmıyorsam, sen Türkiye’nin ilk üretim izinli su değirmenini de Dursunbey’de çalıştırıyordun. Şimdi sadece buğday mı üretiyorsun?
Evet, Dursunbey’de ürettiğimiz buğdayı Bursa’daki yeni su değirmenimizde öğütüyoruz.
Dursunbey’de ürettiğin bu atalık buğday türleri o bölgenin yerel tohumları mı, yoksa farklı bölgelerden toplayıp orada mı bir araya getirdiniz?
Oranın yerelinde geçmişten beri var olan türler bunlar. 2015 yılında, Dursunbey ve civarı, Çanakkale’nin Kaz Dağı’ndan sonra en ‘ekolojik tarıma en uygun bölge’ seçildi. Fabrika yok, otoyol yok, sanayiden uzak… Ekim sahaları çok temiz. Toprak kıraç da olsa, kirletilmemiş olması sebebiyle ekim sahalarını orada belirledim. Buğday için temiz tarım yapacaksan, bu bölge bir numara bence… Mesela, Bursa’da değirmenime yakın olan köylerde yaptığım üretimde ilaç veya gübre kullanmadığım halde buğdaylarda yapılan analizlerde daha önce ağır metal çıktı. Çünkü yıllar içinde toprak kirlenmiş; temizlenmesi de yıllar alıyor. O yüzden üretim için yeniden Dursunbey’e döndüm.
Buğday üretiminde hiç gübreleme yapmadan, aynı topraklarda devam eden yıllarda üst üste buğday üretimi yapılabilir mi?
Bence yapılamaz. En azından benim bölgemde olmuyor. Ben harmanı kaldırdıktan sonra, hemen toprağı sürüp o yıl dinlenmeye bırakıyorum; ya nadasa bırakıyorum, ya da çörekotu, nohut gibi farklı ürünler üretiyorum. Farklı topraklara geçiyorum buğday için…
Çok boş alan var mı?
Topraklar, köyler boşalmış. Tapusu köylüde kalsa da, artık ilgilenecek, emek verecek gençler bulmak neredeyse imkânsız…
Senin çocukluğun Dursunbey’de mi geçmişti?
Evet, Dursunbey’de…
Çocukluğunun topraklarında durum nasıldı?
Hiç boş yer kalmıyordu. Günlerce patoza harman çıkarılırdı. O kadar çok tahıl kaldırılırdı yani… Hiç boşluk yoktu topraklarımızda.
Yaklaşık kaç senedir bu boşluk oluştu?
Son 15 yıldır.
Peki, bu boşluk neyi ifade ediyor?
Bu boşluk göçü ifade ediyor. İnsanlar tarımcılık sigortası ile yetinmiyor; tarımcılık ile yetinmiyor. Gidiyor şehire. Asgari ücretten bir fabrikada çalışıyor. Hanımını da alıp gidiyor. Ondan sonra, bakıyor ki geçinemiyor, ama geri de gelemiyor… Bir yerde, köy yerleri ufak olduğu için utanıyor. Bir yerde, hanımları geri gelmiyor; şehire alışınca, o tarlaya, toprağa bir daha girmek istemiyor. Daha sonrasında aileler de dağılıyor. Kırsaldan kente gidince, gelenek, görenek, adetler, her şey değişiyor. Dursunbey’in en az sekiz köyü tamamen boşaldığından kapatılma noktasına geldi…
Yani, son 50-60 sene değil, sadece 15 sene?
Evet, o kadar yeni.
Bu durum sadece Dursunbey’de mi böyle?
Görebildiğim kadarıyla Bursa köylerinde de durum aynı; Bilecik aynı… Bir defa köyden çıkan, kolay kolay geri gelemiyor.
Sen bu bahsettiğin atalık buğday türleri üzerinde çalışmasan, belki de o bölgede yavaş yavaş yok olacaklar. Ne zaman başladığın bu türleri çoğaltmaya?
2011’de başladım. Daha önce de değirmen yapıyordum ama yerel tohum üzerinde çalışmıyordum. O dönemde İstanbul’da bir dernek beni bu projede finanse etti. Bulduğum, topladığım farklı tohumları kendilerine gönderdim. 17 çeşit gönderdim… Bunların 5 tanesi yerli çıktı.
Bunları nasıl araştırdılar?
Tubitak’a bağlı laboratuvarlarda analizlerini yaptırdılar. Sonradan bir tohum çeşidi daha gönderdim; onunla birlikte 6 çeşit oldu. Atalık oldukları tescil edildi. Bu tohumların üçü, Ankara’da İbrahim Saraçoğlu önderliğinde bir ekip tarafından, temiz tarım uygulamasıyla üretiliyor. Bala ve Haymana bölgelerinde ekim yapıyorlar…
Sen Dursunbey’de üretimini yaptığın beş farklı buğdayın özelliklerini bize biraz anlatır mısın?
Bu buğday çeşitlerinin bir tanesi hamurun genişlemesini sağlar; İmam buğdayı. Yani un olup, daha sonra hamur olduğunda genişlemesini sağlar. Bir diğeri, Karakılçık, hamurun kabarmasını sağlar. Sarıbaşak, tat verir.
Örneğin, ekmek hamuru hazırlamak istiyoruz. Bu çeşitleri harman mı yapıyoruz? Nasıl harman yapıyoruz?
Bu harman meselesini müşterilerime anlatamıyorum. Mesela, ‘bana illa ki, Karakılçık gönder’ diyor. Tek buğdaydan hamur olmaz. Kuvvetli olmaz hamur. Endüstriyel üretimde, fabrikalar da en az 4-5 çeşit buğday kullanarak ekmek üretirler ki, istenilen nitelik yakalanabilsin… Ben de 3 çeşit buğday karışımından hazırlıyorum hamuru; %40 Karakılçık, %40 İmam, %20 Sarıbaşak…
Ya, bulgur? Hangi buğdayı tercih ediyorsun.
Bulgur için Karakılçık kullanıyorum. Sarıbaşak da olur ama fazla verim alamadığım için ben Sarıbaşak’ı ekmek hamurunda kullanıyorum.
Biraz da buğday üretimi hakkında konuşalım mı? Diyelim ki, yorgun olmayan, temiz toprağa buğdayı ektik. O yıl içinde ne gibi sorun ihtimalleri var üretiminde? Hastalıklar, iklim koşulları gibi…
Örneğin, ekim alanı yakınında silajlık mısır üretimi olmayacak. Tozlaşmayla, o tohum buğdaya kayıyor…
Muhtemelen GDO’lu mu?
Evet… O tozlaşmayla buğday tohumu bozuluyor. Bir de, ektiğin alanda silaj ekimi yapılmamış olması gerekir.
Öyle bir alanda buğday üretimi yapılırsa ne oluyor?
O hastalık yaptırıyor. Mesela Pas hastalığı yapar; böcek yapar. Kendine, yani silaja bu hastalık gelmese de, buğdayı etkiler. Ayrıca Rastik hastalığı olabilir. Bu hastalık da genelde rüzgârla geliyor; yerel olmayan türlerden bizim yerel buğdaylara bulaşabiliyor.
Peki, yerel türler ve modern buğday türleri arasında, hastalıklara karşı direnç mukayesesi yapabilir misin?
Yerel türler daha dirençlidir. 6 yıldır üretim yapıyorum. Sadece bir yıl benim buğdaylara hastalık geldi. Hayvancılığa desteklerin çok olduğu yıl, silaj üretimi de çoğalmıştı. Bunun sakıncasını o zaman fark ettim.
Eskiden modern türlerle çalışırken hastalıklar açısından durum nasıldı?
Hastalık hep sorundu. Çok ilaç kullanmak zorunda kalırdık. Şimdi, artık ne ilaç ne de gübre kullanmıyorum. Sadece bir defa, 4 dönüm bir araziye sırt pompasıyla, ısırgan otu suyu verdim.
Halil abi, yeni yerel türler üzerinde araştırmaların, çalışmaların var mı?
Son olarak Siyez ektim. Dursunbey bölgesinde çok güzel oldu. Diğer çiftçiler bile benden tohumunu istemeye başladılar. ‘Niye istiyorsunuz, buğdayının ne farkını gördünüz?’ diye sordum. Samanını çok beğenmişler. Ben de dedim ki: ‘’ben size tohumunu vereyim ekin. Ama ilaç, gübre kullanmayın. Samanını siz alın. Ben size toprak kirası vermeyeyim. Çift parasını da ben vereyim size. Buğdayını ben alayım…’’ Benim bu şekilde bir uygulamam var. Dört köyde daha bu şekilde ekim yapıyorum. Hacıahmetpınarı köyünde yaşı yetmişi geçmiş bir Ramazan amca var. Biz bu işe ilk başladığımızda yapmaya çalıştığımız ilaçsız, gübresiz temiz buğday üretimini köylülere anlattığımızda, ‘’bize buğday değil saman lazım’’ demişlerdi. Ramazan amca ‘’gel oğlum, ben yapıcam bu işi. Bu iş hayırlı bir iş; bu yaştan sonra da bize hayır lazım’’ diyerek şimdiki üretime ilk desteği veren kişi olmuştu. O kendi köyünde 15-16 köylüyü örgütlemişti.
Bu şekilde destekler çoğaldı mı zaman içinde?
Çoğaldı diyemem. Çalıştığım köylüler samanını alıyor. Verimi düşük olduğu için, daha fazla da bu işe yanaşan yok. Ziraat de (tarım ilçe müdürlüğü, ziraat odası) bu yerel tohumlara destek vermiyor. Tohumu ziraatten alırsam destekten faydalanabiliyorum. Ben yerel tohumu ziratten almadığım için bana destekleme vermiyorlar. Köyümde en çok alanı ben değerlendirdim; 185 dönüm araziye yerel tohum ekiyorum. Devlet destek vermiyor. Su değirmeni için de çok zorluklar yaşamıştım. Gıda üretim izni peşinde çok uzun süre koştuktan sonra, BIMER’e verdiğim dilekçe ile Türkiye’de su değirmeninde üretim izni alan ilk kişi olmuştum.
Senin iyi bir müşteri kitlen var. Aralarında eminim devletin ilgili mercilerinde görevli kişiler de vardır. Senin bu çabanı, hassasiyetini görüp, mevzuat için veya senin desteklerden faydalanman için katkı verebilecek kimseler çıkmaz mı?
Hiç tahmin etmiyorum. Ancak bizler gibi bu şekilde tarım yapanları destekleyen gönüllüler çok… Onlara ulaşabiliyoruz. Mesela ben bir sel felaketi yaşadım; sadece bir gruptan benim için çok önemli bir maddi destek geldi. Geri ödemek istedim; kabul etmediler.
Bu desteği veren grupla, hemşehrilikle veya her hangi bir manevi, inanç benzeri bir yakınlığın mı var?
Hiç alakası yok. Hiç tanışmamışız; bugüne dek hiç yüz yüze gelmemişim. Ama mesela benden ayda 10 kg un almış, buğday almış. Benim çalışmalarımı takdir etmiş… Bu insanlara ulaşabilmek ve daha önemlisi onların güvenini kazanabilmek en kıymetlisi…
Bu insanlara, özellikle son dönemde gelişen gıda topluluklarına satış için örgütlü üretimler önemli. Mesela Kadıköy, Beşiktaş Gıda Kooperatifleri, Boğaziçi Üniversitesi Tüketici Kooperatifi var… Bu konuda görüşlerin nasıl?
Bu oluşumları çok takdir ediyorum. Çok önemli. Keşke daha da çoğalsa… Dursunbey’de köylü arkadaşlara dedim ki, ‘’gelin üretimi birlikte yapalım, bir marka yapalım. Pazarımızı büyütelim, birlikte satalım’’. Ama maalesef köyde kalanlar da bencilleşmiş. Herkes ‘’ben’’ diyor. ‘’Ben’’ olmayacak, bu işte ‘’biz’’ olacak… Biz olursak kazanırız. Ama ben, ben, bana gelsin dediğin an, o olay başlamadan bitiyor… Tüm zorluğa karşın, köylünün de örgütlenmesi gerekiyor. Başka bir çare yok.
Çalışmalarında başarılar, kolaylıklar dilerim Halil abi…
ne güzel olmuş bu yazı çok bilgilendim teşekkürler;)
Gonca Sadıki Gaia Yöresel 0(212) 219 42 72 @gaia_yoresel facebook:gaia yoresel
BeğenBeğen
Cem bey, Halil Ayar bey ile tanışmamıza vesile olduğunuz için teşekkür ediyorum. Faaliyetleriniz çok değerli.
Halil bey ise tam bir örnek olay. ‘Koskoca’ dediğimiz devletin hala farkına varamadığı gerçek buğdayı yaşatmak için tek başına çabalıyor.
Halil beyin ürettiği unlarla yıllardır ekşi mayalı ekmek yapıyorum. Eşe dosta ikram ediyorum. Bugüne kadar istisnasız herkes böyle bir lezzet tatmadığını söylüyor. Ekşi mayalı ekmek pişirmek biraz zahmetli tabii ama bu unlar olmadan çok bir şey ifade etmiyor.
Sohbetinizden yine çok şey öğrendim. Teşekkürler, yolunuz açık olsun.
BeğenBeğen
Zülfi Bey, herşey kapalı bir sistem aslında: Doğa olanak veriyor, tohum mucizesini sunuyor, çiftçi üretiyor, biz köprü vazifesi kuruyoruz, sizler talep ediyorsunuz ve yaşam sürüyor. Hep birlikte, el ele… Sizin de yolunuz açık olun, selam ve sevgilerimle…
BeğenBeğen